13 Mayıs 2009 Çarşamba

Balıkçı ile yaşlı iş adamının öyküsü

Bu güne kadar iş yaşamı hakkında duyduğum en şaşırtıcı öykülerden biri “Balıkçının öyküsü”dür. Basit bir hikayedir, sonu çok basittir ama o basitlik, amaç ve araç hakkında çok şey anlatır insana, şaşıp kalırsınız. Gelelim bu güzel öyküye. Öyküyü duyduğum şekilde aktaramasam da olabildiğince anladığım şekilde aktaracağım.Bir zamanlar küçük bir sahil kasabasında, mutlu mesut yaşayıp giden, otuzuna merdiven dayamış, bir balıkçı varmış. Hergün sabah kalkar, kayığına atlar, denize açılır, öğlen güneşi tepeye çıkana kadar balık avlar, öğlen güneşi tepeye varmak üzereyken limana gelir, topladığı balıkları, hemen orada yapılan mezatta satarmış. Balıklardan kazandığıyla, ailesi ile birlikte mutlu yaşayıp gidermiş balıkçı.

Derken günlerden bir gün tam da mezat sırasında, iyi giyimli yaşlı bir bey balıkçının yanına gelmiş ve balıkların hepsini toptan almak istediğini, misafirlerinin İstanbul’dan geleceğini, onlara ikram edeceğini söylemiş. “Ne kadar istersin hepsine?” demiş.

Balıkçı her gün mezatta satabileceği fiyatı söylemiş. Yaşlı ve iyi giyimli adam,

“Ben İstanbul’da bunun bir porsiyonuna bu parayı veriyorum! Sudan ucuz vallahi” demiş.

“Burada balık çok. O yüzden burada balık bu fiyata. İstanbulu bilemem” demiş balıkçı.

“Sana bir on kağıt versem, bunları eve kadar getirir misin? Gelirken arabayı getirmedim de!”

“Olur” demiş balıkçı ve balık kasasını aldığı gibi ihtiyar adamla yürümeye başlamış. İhtiyar adam büyük bir şirketler topluluğunun sahibiymiş. Şimdi şirketlerini oğluna bırakmış ve kendisini dünyayı dolaşmaya vermiş. Burası dünya turundan sonra uzun yerleşmek istediği ve emekliliğinin keyfini sürmeyi istediği kasabaymış. Yakın zamanda kendine bir motor almayı ve sık sık balığa çıkmayı istiyormuş.

“Demek balık çok burada. Günde kaç saat çalışıyorsun? ”

“Sabah çıkıyorum, öğlene kadar çalışıyorum”

“Öğlene kadar mı?”

“Evet” demiş balıkçı.

“Peki öğleden sonra ne yapıyorsun?” demiş ihtiyar adam.

“Öğleden sonra da, dinleniorum, ailem ve arkadşlarımla zaman geçiriyorum.”

“Tembelik ediyorsun yani” demiş bıyık altından gülerek yaşlı adam.

“Tembellik mi? Yoo..

O sırada, iş adamın evine ulaşmışlar. Bahçeyi geçip evin kapısına gelmişler. Balıkları derin dondurucuya koyup tekrar bahçeye çıkmışlar. Yaşlı adam parayı balıkçıya vermiş. Sonra yaşlı iş adamı bu iyi kalpli balıkçıya bir iyilik yapmaya hatta belki de balıkçıyı zengin bir adam yapmaya karar vermiş.

Eh ne de olsa bu güne kadar yüzlerce adama yüzlerce kere tavsiyelerde bulunmuş, yüzlerce konferansta gözlerinin içine bakan genç öğrencilere ve genç girişimcilere fikirlerini anlatmıştı. Bu balıkçı da artık bunu hak etmiş olmalıydı. Belki de bir gün zengin bir balıkçı olarak karşısına gelecekti ve siz bayım, hayatımı değiştirdiniz diyecekti. Yaşlı iş adamı ise, mağrur bakışlarla, kaderini değiştirdiği yüzlerce zengin kişiye baktığı gibi bakacak, “Ben bir şey yapmadım, sadece kendi potansiyelinin farkına varmanı sağladım diyecekti.

Oysa, yaşam ironik süprizlerle doludur ve hayata kendi penceresinden bakan kişilere bu süprizleri sunmaktan pek ustadır. Yani öykünün sonunda kimin zengin, kimin ise fakir olacağına hayatın kendisi karar verir.

Yaşlı adam, balıkçının parasını verdikten sonra, “Hele şurada bir soluklanalım” demiş bahçedeki kamelyayı göstererek. “Sana anlatmak istediğim bazı şeyler var. Daha çok gençsin ve önünde uzun bir ömür var”

Balıkçı, ihtiyar adamın teklifine şaşırsa da, adamın ses tonundaki yardımseverlikten ve meraktan kamelyaya oturup adamı dinlemeye başlamış.

“Günde kaç kilo balık tutuyorsun” demiş yaşlı adam.

“On veya onbeş kilo” demiş adam.

“Demek tam gün çalışsan otuz kırk kilo balık tutacaksın. Vay canına, burada balık gerçekten çok. Bu ciddi bir rakam.”

“Nasıl yani! Anlamadım” demiş balıkçı.

“Ayda yirmibeş gün balığa çıksan. Yirmibeş çarpı onbeş o da eşittir üçyüz yetmiş beş kilo eder. Bir ayda teknene bir motor alırsın ve tutacağın balık miktarı da iki katına çıkar.”

“İyi de bu ne işime yarayacak ki” demiş balıkçı.

“Sen beni anlamadın galiba. Sonra bir kaç ayda ikinci bir tekne ve motor alırsın. Hatta büyük bir motor alırsın.”

“Peki o kadar motoru kim kullabacak. Bir balıkçıyım ben!” demiş balıkçı şaşkın.

“Demek yavaş yavaş anlamaya başladın. İşte burası çok önemli. Artık patronluğa adım atıyorsun. Bir kaç adamı yayına alacak ve onları çalıştırmaya, diğer tekneleri onlara kullandırmaya ve daha çok balık tutmaya başlayacaksın.”

“İyi de bu kadar balığı ne yapacapım. Onu anlamadım! Burada kimse o kadar çok balığı yemez ki!”

“Üstüne iyilik sağlık. Hiç güleceğim yoktu. Geniş düşüneceksin, ileriye doğru geniş bakacaksın. Şimdi, o balık satışından ayırdığın parayla bir soğuk hava deposu kuracaksın. Belki biraz kredi de alman gerekebilir. Neyse, balıkları orada depolayacak ve anlaştığın bir lojistik firmasıyla balıkları istanbula göndereceksin.”

Balıkçı, yaşlı adamı hayretle dinliyormuş. Ona “Peki sonra ne olacak?” demiş.

“Sonra mı? Gördün mü, her şey kendi kendine oluşuyor. Eğer ipin ucunu yakalarsan ve doğru zamanda doğru hamleyi yaparsan turnayı gözünden vurursun. Deken işleri iyice büyütecek ve daha büyük motorlar alacak ve filonu genişleteceksin. Sadece bu kasabada değil, bu kente iş yapmaya başlayacaksın.

“O zaman o soğuk hava depoları da yetmeyecek. Sonra ne olacak o kadar balık. Helak mı olacak?” demiş balıkçı.

“Bak, her sorun bir fırsat aslında. Sorular, fırsatların kapılarıdır. Yeter ki doğru soruyu sormasını bil. Balık çoğalınca, bir balık işleme fabrikası kuracaksın. Konservesini yapacak, yağını çıkaracak, tüm ülkenin en iyi balık firmasının sahibi bile olabilirsin.”

Balıkçı, kendini koca fabrikanın patronu olarak düşlemiş. Yüzlerce işçi, yüzlerce balık. Yavaş yavaş üzerine bir ağırlık gelmeye başlamış. “İyi de bu benim ne işime yarayacak.

“Çok zengin olacaksın. İşi iyice genişletip tüm ege ve akdenizde bu tesislerden kuracak hatta karedenizde bile bu tesislerden açacaksın. Çok zengin olacaksın, çok ” demiş yaşlı adam. Anlatırken balıkçıyı da hayal ediyor ve onun o halinden keyif alıyormuş. Sanki kendi yükselişi ve şirketinin yükselişi gibiymiş balıkçının durumu.

“Çok zengin olmak ne işime yarayacak? Para her şey demek değil ki!” demiş balıkçı.

“Bak burada haklısın. Para bir süreliğine nefsini idare ediyor ama sonra paraya karşı köreliyorsun. Bu sefer, ün, başarı ve güç giriyor hayatına. Her yerde insanlar önünde iki büklüm oluyor. Bir sürü insan ağzından çıkacak tek kelimeye bakıyor. Her yere davet ediliyorsun. Yüzlerce binlerce iş adamı konferanslarda ağzından çıkcak o sihirli başarı kelimesine odaklanıyor. Gençler üniversitelerde ağzı açık seni dinliyor. Alında bunu sana anlatamam, yaşamak lazım.”

“Peki, tüm bunlardan sonra neler olacak?” demiş balıkçı.

Yaşlı adam, balıkçının meraklandığını ve hecesleniğini düşünmüş.

“Sonra şirketlerin büyüdükçe sen yaşlanacaksın ve dişinle tırnağınla kazandığın bu başarı imparatorluğunu emanet edecek birilerini arayacaksın. Bu aşamada iyi eğitimli çocukların devreye gircek ve şirketi onlara, başarıan başarı katsınlar diye devredecek onları uzaktan kontrol edeceksin. Onlardan emin olduğunda ise kenara çekilecek ve başarının tadını çıkarmaya başlayacaksın.” Burada biraz urmuş ve geniş bir soluk almış yaşlı adam.

“En tatlı kısım burası. Artık yaşlandın ve yoruldun. Belki de benim gibi yetmiş yaşına geldin. Artık şirketleri bırakıp güzel bir sahil kasabasında güzel bir ev, güzel bir motor alacak ve hayatının sonlarını bu muhteşem sahil kasabasında geçirecek ve hayatının son yıllarını mutluluk içinde geçireceksin.”

Balıkçı ihtiyar adama bakmış, bahçeden görünen denize bakmış.

İyi de ben zaten “Şu anda senin dediğini yapıyorum” demiş.

“Nasıl yani?” Demiş ihtiyar adam.

“Ben küçük bir balıkçıyım. Mutluyum. Bu kadar kazanmak bana yetiyor. Anlattığın şeyi zaten şu anda yapıyorum, o zaman dediğin şeyleri yapmama ne gerek var. Tüm bunları zaten şimdi yapıyorum. Mutluluğumu çalışma ve para karşılığı verip, en sonunda yıllar sonra o mutluluğa kavuşmaktansa, şimdi yaptığım gibi daha mutlu olabilirim değil mi? Bunun için çok paraya ihtiyacım varmı?”

İhtiyar iş adamı bir anda, yıllarının nasıl gittiğini, nasıl kendisini yıprattığını, daha da önemlisi amaç ve aracı birbirine nasıl karıştırdığını fark etmiş.

“Sen benden daha zenginsin balıkçı. Böyle devam et.” demiş iş adamı.

Balıkçı ihtiyar adama veda edip, sahile doğru yürürken, ihtiyar iş adamı, gelecek haftaki konferansında söyleceği ve herkesi etkiyecek o sözleri aklından geçiriyormuş.

“İş amaç değildir. İş daha mutlu yaşamak için bir araçtır. İşinizi severseniz, bu araç daha iyi çalışır. Amaç, mutlu bir yaşam sürmektir. Amaç gideceğiniz yerdir. İş sizi gideceğiniz yere götüren ve yolda sizi taşıyan araçtır. Asıl önemli olan sizi taşıyan araba değildir. Önemli olan varacağınız yer yani mutluluktur. Bazı insanlar araca o kadar çok odaklanırlar ki nereye gideceklerini unutup kaybolup giderler”

Öykü böyle sona eriyor. Ne zaman işi(aracı) amaç yapmış ve hırsa boğulup başarısızlığa doğru giden kişiler görsem bu öyküyü anlatasım gelir. Başarının anahtarı araç ve amacın karışmamasıdır. Yoksa iş hayatında başarı kısa süreli olacak, hırs inanılmaz bir boyuta gelecek ve ardından yıkım gelecektir. Başarıya bazen balkçının gözünden bakmamız gerekiyor. Son derece basit değil mi! “İyi de bu ne işime yarayacak?” diyen balıkçı olmak gerekiyor galiba.

Ve araca(işe) de iyi bakmayı öğrenmeliyiz. Onu sevmeden mutluluğa ulaşmak da imkansız olacaktır çünkü. Sadece arabanın etrafında çok oyalanıp varacağı yeri unutmamalı insan.

Sinema Tarihinin Başyapıtı: Battleship Potemkin (Potemkin Zırhlısı)

Sanat ve Propagandanın Eşsiz Bileşimi

Sinema tarihinin en büyük filmi hangisi? Yurttaş Kane? Potemkin Zırhlısı? Bu soru sinema otoritelerini genellikle ikiye bölmüştür. Yurttaş Kane ve Potemkin Zırhlısı, muhtelif zamanlarda ipi göğüslemiştir. Benim cevabım ise elbette ki Potemkin Zırhlısı (Bazen Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’i ile yer değiştirebiliyor).

Bolşevik iktidarın gölgesinde ve onun sermayesiyle kotarılan bu muazzam şaheser, ne ilginçtir ki hem sessiz sinemanın hem de tüm zamanların en görkemli filmi. Montaj tekniğine yeni açılımlar getiren, sinemanın teorik yanıyla da çok yakından ilgilenen bir yönetmenin de en önemli filmi aynı zamanda. Post-emperyalist bir çağdan bakıldığında (hazır Francis Fukuyama ve izleyicileri “ideolojilerin ölümü”nü ilan etmişken, “tarihin sonu” türünden mavraların epeydir vurgulanmaya devam ettiğine tanık olmuşken) ideoloji ve ajitasyonla örülü bu filmin daha bir mana kazandığını söylemek, dahası bunu her fırsatta dillendirmek gerekir.
1925 yılında dünya sinema sahnesine çıkan bu güçlü film, Sergei Eisenstein’ın 1905 Devrimi’nin 20. yıldönümünü kutlamak için bizzat Bolşeviklerce görevlendirilmesiyle çekildi. Bay Deha’nın belirlediği konu ise Potemkin Zırhlısı’ndaki denizcilerin ayaklanması ve denizcilere destek veren Odessa halkının katliama maruz kalmasıydı. Odessa merdivenlerinde sivil halkın Çarlık askerleri tarafından katledildiği o unutulmaz sahne de sinema tarihinin en ünlü sahnelerinden biri. Bu sahne en çok taklit edilen -taklitten öte bir saygı duruşu olarak da düşünülebilir elbette- sahnelerden biri. The Godfather (1972, Baba - Francis Ford Coppola) ve Carlito’s Way (1993, Carlito’nun Yolu- Brian de Palma) bu filmlerden sadece birkaçı.

Yıllardır söylenegelen şu içi kof sanatpropaganda mı gibi yüzeysel tartışmaların film teorilerinde çoktan gözden düştüğünü imleyebiliriz. Halkın direnme gücünü, zorbaya, ezene, iktidara karşı tükenmez birliktelik ruhunu sembolize eden, aslan heykellerinin dirildiği sahne ise unutulmazlardan biri. Tartışmaya, ima bile etmeye gerek yok ki Potemkin Zırhlısı propagandist bir film. Çarlık rejiminin yıkıntılarının üzerine bir ideali ve yeni bir dünyayı kuran kendisi de yeni bir rejimin propaganda aracı. Mesela filmin kalkış noktası yaptığı olaylar belirli bir gerçeklikten yola çıksa da yer yer kurgusal bir boyuta eklemlendiğini de bu vesileyle ifşa edebiliriz. Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde dahi etkisinden bir şey kaybetmeyen bir klasik Potemkin Zırhlısı…

Sergei Eisenstein ve Kurgu
Hazır Potemkin Zırhlısı’nı anmışken üstat Sergei Eisenstein’ın “kurgu” hakkındaki birkaç sözünü de buraya eklemekte fayda görüyorum:
“Sinemada bir zamanlar kurgunun her şey olduğu ileri sürüldü. Bugün ise kurgu bir hiç olarak görülüyor. Ben kurgunun ne ‘her şey’ ne de ‘hiç’ olduğu görüşlerine katılmıyorum. Sinema sanatının biçimsel olarak önemsenmesi gereken bir bölümüdür kurgu.
Yeni birçok yönetmen kurgunun belli başlı özelliklerini unutarak ve filme yaptığı katkıyı hiçe sayarak, kurguyu operatörlerin eline bırakmıştır. Oysa konuya, hareketlere, kişilerin durum ve davranışlarına uygun bir biçimde filmi kurmak hiç de kolay bir şey değildir. Usta sinemacılar bile perdede gördüğümüz çeşitli filmlerin sahnelerinin bağlantılarında, hareketlerin birbirini takip etmesinde, kısacası anlatımda uyum kuramamışlardır. (Etkili bir anlatımdan söz ediyorum.) bu sinemacılar kurguyu unuttuklarından, ben kurguyu uygularken bağlantıların ahengiyle yetinmeyip, anlatımın heyecanını ve yoğun duygusal etkisini de göz önüne aldım. Kurgu seyircinin etkilenmesini sağlayan belli başlı unsurlardan biridir.
Neden kurguya başvurulur? Elimizdeki binlerce metre filmi olur olmaz bir biçimde keserek uçlarından yapıştırıp iki saatlik bir filmi, öngördüğü uzunluğa göre ayarlama şeklindeki bir kurgu tanımına, kurguya karşı olanlar bile katılmazlar.
Kurguyu ön planda tutup denemeler yapanların görüşleri farklı farklıdır… Yan yana getirilmiş iki film parçasının teker teker anlattıklarından çok, birinin diğerine olan katkısı, yani ikisinin birlikte algılanmasıdır önemli olan.”

kaynak:sanatlog.com

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Sansüre Sansür YAY! Hareketi

Bu bildiriye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir!

Sansüre Sansür yine bir hareketle karşımızda: Yay! Hareketi. Sansür konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan grup bu kez yönetmen İlkay Kopan'ın çektiği 5 kısa film ile yeni bir hareket başlatıyor.

\

Daha önceleri web sitelere "Bu Siteye Erişim Kendi Kararıyla Engellenmiştir." şeklinde açılışlar ekleyerek dikkat çeken grup şimdi biraz daha reel hayata inerek önce videolarla, daha sonra da dağıtılan poster ve sticker örnekleriyla YAY! ılmaya çalışacaklar. Örneğin bir restorana gittiğimizde karşımızda "bu tabağa erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir" yazısı çıkabilecek.
5 farklı video hazırlanmış.
Video 1
Video 2
Video 3
Video 4
Video 5

Ayrıca günlük hayatın her noktasına uyarlayabileceğimiz düzeyden görsel dosyaları da hazırlanmış.

\
kaynak:bildirgec.org

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Tüm Zamanların En çok İzlenen Videoları

Tüm Zamanların En çok İzlenen Videoları

\

web'teki videolar hakkında istatistiksel veriler yayınlayan www.visiblemeasures.com sitesi tüm zamanların en çok izlenen videolarını duyurdu.The 100 Million Views Club (100 milyon gösterimi geçen videolar klubü) olarakta adlandırılan listede; 8 müzik videosu, 4 film fragmanı, 2 Tv Program Klibi, 4 kullanıcı içeriği bulunmakta. listenin ilk 3 sırası şöyle:
1- Soulja Boy: Crank That -> 356,300,000
2- Twilight -> 266,500,000
3- Mariah Carey: Touch My Body -> 230,200,000
tüm listeye buradan erişebilir ve izleyebilirsiniz.



Kaynak: visiblemeasures, mashable.

3 Mayıs 2009 Pazar

İflah Etmiyor!!!!


- More free videos are here

Tolga KARALAR ve Emir KUTAY dan muhtesem sarki:) dinlemeniz SIDDETLE tavsiye edilir ..TESCILLIDIR® :)


Gözlerinle açtım gözlerimi,
Ellerim arıyor ellerini,
Sensiz uyandım yine bu sabah,
Ne olur unutma beni.

Ben seni unutamıyorum,
Günlerim seni düşünüyor,
Sevgisizlikle ölüyorum,
Başka ten iflah etmiyor..

Bu gün yine resmine bakıp ağladım,
Yastığımda senin kokunu aradım,
Dudaklarımda yaşlarımı tattım sensiz,
Ben sensiz kalmamalıydım....... X2 /nakarat/

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Uluslararası İşçi Filmleri Festivali 1-7 Mayıs 2009


Emekçiler Beyazperdede

'4.İşçi Filmleri Festivali' gelecek hafta başlıyor. Festival boyunca 50 ücretsiz film gösterilecek


ANKARA - "Emek ve Dayanışma Günü" olarak resmi tatil ilan edilen 1 Mayıs’ta, emeğin beyazperdedeki festivali de izleyicilerle buluşacak.

Gelenekselleşen yarışmasız ve ücretsiz İşçi Filmleri Festivali’nin dördüncüsü, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs’ta İstanbul, Ankara ve İzmir’de eş zamanlı yapılacak. Festival, Halkevleri, Sine-Sen (DİSK), Dev Sağlık-İş (DİSK), Birleşik Metal-İş (DİSK), Hava-İş (Türk-İş), Petrol-İş (Türk-İş), SES (KESK), sendika.org ve Türk Tabipleri Birliği’nin katkılarıyla gerçekleştirilecek.
Festivalin bu yıl ki onur konuğu, 1980’li yıllardan beri Kanada’da yaşayan belgesel yönetmeni İshak Işıtan olacak. 2008 yapımı ödüllü "Brukmanlı Kadınlar" filmi festivalde gösterilecek Işıktan, İstanbul, Ankara ve İzmir’de film sonrası izleyicilerle söyleşiler yapacak.
Festivalin açılışı dolayısıyla 2 Mayıs 2009 Cumartesi günü saat 19.30’da İstanbul Beyoğlu Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde bir gece düzenlenecek. Gecenin sunuculuğunu oyuncu Bennu Yıldırımlar yapacak. Yaptığı sinema ile emeğin yanında duruş sergileyen sanatçılara teşekkür plaketleri verilecek. Gecede, Şevval Sam ve Hilmi Yarayıcı işçi şarkı ve türküleri seslendirecek.


BÜYÜK MADENCİ YÜRÜYÜŞÜYLE BAŞLAYACAK


Festivalin açılışı, madencilerin büyük Zonguldak grevi ve yürüyüşünü konu edinen "100 Bin Kişiydiler" belgeselinin gösterimiyle yapılacak. Bu aynı zamandan filmin Türkiye galası olacak. Festivalde bu yıl dünyanın dört bir köşesinden 12’si uzun metraj, 38’i belgesel olmak üzere toplam 50 film gösterilecek. Gösterimler, İstanbul’da Fransız Kültür Merkezi, Beyoğlu Yeşilçam Sineması, İstanbul Barosu, Kollektif Kültür Merkezi, İstanbul Halkevi, Kazım Koyuncu Kültür Merkezi’nde yapılacak. Ayrıca Gültepe, Avcılar ve Soğanlı’da yaygın gösterimler gerçekleştirilecek.
Ankara’daki gösterimler ise Alman Kültür Merkezi, Çağdaş Sanatlar Merkezi, Ankara Barosu, TMMOB Mimarlar Odası’da düzenlenecek. İzmirli izleyiciler de Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi, Alsancak Kültür Merkezi, Gültepe Halkevi ve Çiğli Halkevi’nde gösterimleri izleyebilecek. Ayrıca üç kentte de birçok mahalle, sendika ve iş yerinde özel gösterimler yapılacak.


KOT KUMLAMA İŞÇİLERİNİN DRAMI BEYAZPERDEDE


Festival, kot kumlama işçilerinin dramını işleyen 2009 yapımı iki belgesel ile güncel bir konuyu izleyicilere taşıyacak. Festival kapsamında, Türkiye’den gösterilecek belgesel ve kısa filmlerin yönetmenleri ile özel söyleşiler yapılacak.
Ünlü işçi filmleri yönetmeni Ken Loach’un "İşte Özgür Dünya", İranlı yönetmen Bahman Gobadhi’nin "Sarhoş Atlar Zamanı", Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaki’nin işçi üçlemesinin ikincisi olan "Ariel", Robert Guediguian’ın "Şehir Sakin", Micheal Moore’un "Sicko’, Herbert Biberman’in 1954 yapımı işçi filmi klasiği "Toprağın Tuzu", Küba’lı yönetmen Rolando Almirante Castillo’nun "Guantanamo Diye Bir Yer" filmleri, festivalde gösterilecek 27 yabancı filmden bazıları...
Festivalde, Türkiye’den Köy Enstitüleri üzerine yapılan "Mandolinli Kız", Yavuz Özkan’ın "Demiryol", Şerif Gören’in "Almanya Acı Vatan", Duygu Sağıroğlu’nun "Bitmeyen Yol", Çağrı Kınıkoğlu ile Gloria Rolando’nun "Nazım’ın Küba Seyahati", Ethem Özgüven, Petra Holzer ve Selçuk Erzurumlu’nun kot kumlama işçilerini anlatan "Silikozis" filminin aralarında bulunduğu 23 film izleyicilerle buluşacak.
Festival kapsamında sinema atölyeleri de gerçekleştirilecek. "Sonbahar" filminin ödüllü kurgucusu Thomas Balkhenol’un katılacağı ve "filmin kurgu süreci ve kurgu notları", "temel kamera bilgisi ve kullanımı", "senaryo ve sinematografinin temel kavramları" gibi başlıkların işleneceği atölye çalışmalarına Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi katkı verecek. Festival, üç büyük ildeki gösterimlerinin ardından yıl boyunca bir çok ilde tekrarlanacak. (aa)


İl İl Gösterim Çizelgesi
26 Nisan 2009


1-7 Mayıs 2009 IV. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali İstanbul ayrıntılı gösterim programı için buraya tıklayınız

1-7 Mayıs 2009 IV. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Ankara ayrıntılı gösterim programı için buraya tıklayınız

1-7 Mayıs 2009 IV. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali İzmir ayrıntılı gösterim programı için buraya tıklayınız

1 Mayıs 2009 tarihinde başlayacak olan IV. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali'nde gösterilecek filmler hakkında bilgilere ulaşmak için buraya tıklayınız (2 MByte pdf dosyası)
----------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------
DİKKAT aşağıdaki bilgiler bir yıl öncesininin programına aittir. Arşiv için saklanmaktadır.
2008 yılında gerçekleştirilen III. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali'nin Gösterim programı aşağıdaki gibi idi.
İSTANBUL

Istanbul Gösterim Salonları
Fransız Kültür Merkezi
Adres :Istiklal Caddesi No. 8 - 34435 - Taksim - Istanbul
İtalyan Kültür Merkezi
Adres:Meşrutiyet Caddesi no 161 tepebaşı Taksim İstanbul
İtalyan Kültür Merkezi Ulaşım Planını öğrenmek için Tıklayınız

Yeşilçam Sineması
Adres: Beyoglu Istiklal Cad. Imam Adnan Sok. No:10

İstanbul Halkevi Salonu
Adres İstiklal Cd. Orhan Adli Apaydın Sk. No: 34 / Beyoğlu

Kazım Koyuncu Kültür Merkezi.
Caferağa Mah. Mühürdar Cad. No 95 / A Caferağa / Kadıköy /İstanbul
0 216 418 58 60

ÖZEL GÖSTERİMLER İÇİN TIKLAYINIZ



İstanbul ayrıntılı Gösterim programı için
Tıklayınız (pdf formatındadır)


ANKARA
TMMOB İMO Konferans salonları
Necatibey Caddesi Ankara

ÖZEL GÖSTERİMLER İÇİN TIKLAYINIZ

Saat saat ayrıntılı Ankara Gösterim programı için
Burayı TIKLAYINIZ


İzmir
Dr. Selahattin Akçicek K.M
Alsancak K.M
Güzelyazılı K.M.
ÖZEL GÖSTERİMLER İÇİN TIKLAYINIZ

Izmir ayrıntılı gösterim programı için
Tıklayınız

Uluslararası İşçi Filmleri Festivali



Genel Bilgi
24 Nisan 2008

Uluslararası İşçi filmleri festivali ilk olarak 2006 yılında İstabul ve Ankara'da eş zamanlı düzenlenmiştir.

Günümüzde birçok ülkeden çeşitli organizasyonların katılımı ve işbirliği ile işçi filmleri festivalleri çok sayıda ülkede düzenlenmeye baslanmıştır. İşçi filmleri festivali Japonya'da Aralık ayında, Kore'de Kasım ayında ve Latin Amerika'da her yıl farkli bir ülkenin ev sahipliğinde organize edilmektedir.

LABORFEST olarak isimlendirilen ABD'deki festival 1994 yılından bu yana her yıl 5 Temmuzda başlayan ve 1 ay süren bir işçi kültür ve film festivalidir. Festival tarihi olarak ABD'nin San Francisco kentinde, 5 Temmuz 1934'te "Kanlı Perşembe" olarak anılan ve liman işçilerinin grevini destekleyen 2 işçinin öldürüldüğü günün yıldönümü seçilmiştir.

"Laborfest Korea" olarak isimlendirilen Kore'deki festival, 1997 yılında başlamış ve bugüne kadar 8 kez gerçekleştirilmiştir. 16-21 Kasım 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen son festivalde 6 günde 10 ülkeden 26 film gösterilmiştir.

FELCO "Latin Amerika İsçi Sınıfı Film ve Video Festivali"dir. İlk olarak, 2004 yılı Kasım ayında Arjantin'de gerçekleştirilmiştir. Bolivya, Uruguay, Şili, Meksika, ABD ve Kore'den onlarca film gösterilmiştir. 2005'de ise festivalin ikincisi FELCO-Bolivia adi ile Bolivya'da gerçekleştirilecektir.

Uluslararası İşçi Filmleri festivali
-YARIŞMASIZDIR
-BİLETSİZ ÜCRETSİZDİR
-SENDİKALAR ve DEMOKRATK KİTLE ÖRGÜTLERİ TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLMEKTEDİR
-AYNI ANDA 3 ilde birden başlayan ve süren tek ve işk festivaldir.
-Anadoluda 15 den fazla ilde festival tekrarlanmaktadır

-------------------------------------------------------
Büyüyen Bir Eğride ve Ağda İşçi Filmleri Festivalleri-Steve ZELTZER

İşçi filmleri festivallerinin gelişmesi, işçilerin dikkatlerini dünyanın dört bir yanından yüzlerce ülkede yaşanan mücadelelere çekiyor.
Festival fikri, işçilerin kültürlerinin, tarihlerinin ve deneyimlerinin çoklu medya aracılığıyla kurumsal bir biçimde anlatılmasına duyulan ihtiyaçla ortaya çıktı. İşçiler her alanda, özelleştirme politikalarıyla, kadrolaşmayla, savaşla, ırkçılıkla ve sendikal örgütlenmelerinin engellenmesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Kapitalistler ve onların kontrol ettiği hükümetler, işçilerin mücadelelerinin diğer ülkelerdeki mücadelelerden yalıtılmış ve umutsuz bir mücadele olduğunu propaganda etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de ve dünyada, az sayıda insan tarafından yönetilen bir sistemin propagandasını yapabilmek için medya ve basın önemli bir araç olagelmiştir. Bu sebeple, festival düzenleyicileri için sadece bir ülkedeki değil dünyadaki tüm işçiler için zararlı olanların, aynı zamanda dünya çapında çevreye de zararlı olduklarını anlatmak ve bu insanların bilgi akışını engelleme çabalarına da karşı çıkmak önemli.
İlki 1994’te yapılan işçi filmleri festivali, internetin ve yeni iletişim araçlarının gelişmesinden önce ortaya çıkmış olsa da, aslında bu yeni iletişim araçlarının festivallerin kitleselleşmesine olan katkısı da net bir biçimde önümüzde duruyor.
İşçi filmlerinin ve işçi sınıfını konu alan videoların uzun hikâyeleri vardır. Aslında işçiler ve sendikaları emek mücadelelerini konu alan bu filmleri neredeyse sinemanın ortaya çıkışından beri kullanıyorlar. Tabi ki bu ilk filmlerin birçoğu kayıp ya da yaygın bir biçimde dağıtılması engellenmiş durumda. Almanya’da Hamburg tersanesindeki işçilerin 1896’daki genel grevini konu alan “Bruder” –Brother filmi, Hitler rejimi tarafından 1929’da yok edilmişti. Daha sonra bu film Moskova’daki arşivlerde Alman arşivciler tarafından yeniden keşfedilmişti.
Faşist hükümetin bu film ve diğer bir çok tarihi veya işçi mücadelelerini konu alan filmleri yok etme ihtiyacı ilginç değil. Çünkü işçi sınıfının gerçek deneyimlerini gösteren filmler, işçilerin kendi tarihlerini ve dünya işçi sınıfının geçmişini öğrenebilmeleri için güçlü bir araç olarak kullanılabilir. Polisin Seul ve Kore’deki ilk festivalleri izinsiz filmler gösterdiği bahanesiyle tehdit etmesi, festivalin ileriye doğru evirilmesine ve uluslar arası bir karakter kazanmasına sebep oldu.
Aralık başında Osaka ve Tokyo’da düzenlenen Japon İşçi Filmleri Festivali, emekçilerin kendi kameralarıyla kendi emekçi medyalarını yaratmalarına bir destek oluşturmuştu. Festival süresince 3 dakikalık videoların katıldığı bir yarışmaları vardı ve yarışmayı kazananların çektikleri filmler hakkında üç dakika boyunca konuşma şansı vardı. Bu festival bir yandan Kore’deki işçi hareketinden festivale davet edilen Koreli müzisyen işçiler ile dayanışmanın güçlenmesine yardımcı olurken, diğer yandan Kore ve Japonya’da aynı şirkette çalışan işçilerin birleşmiş mücadelesinin gösterilmesine yardımcı oldu.
Japonya’daki demir yollarının özelleştirilmesine olan tepkinin yansıtılması da bu festivalin önemli özelliklerinden birisiydi. İşçi filmleri festivali fikrini ilk ortaya atanlardan biri olan ve işçi filmleri yapan Akira Matsubara, Japonya’daki demiryollarının özelleştirilmesi, bu özelleştirmenin militan sendikacılık anlayışına yarattığı etkiler ve demiryollarındaki sağlık ve güvenlik problemleriyle ilgili filmler yaptı. Bu filmi, Kore Demiryolları Sendikası, özelleştirmenin tehlikelerini ve Kore’de özelleştirme karşıtı mücadelenin yanında yer alması gereken demokratik bir sendika kurma çabasını konu alan eğitimlerinde kullandı.
Japon savaş karşıtı öğretmenlerin Japon militarizmine karşı mücadelesini konu alan “Tehdide Karşı” (Against Coercion) tüm dünyada izlenirken militarizasyonun bedelleri hakkında eğitim emekçilerini bilgilendirmek için kullanıldı. İşçi filmleri festivallerinin uluslar arası kampanyalar yaratmadaki rolü, festivalin gün geçtikçe genişlemesinde ve tüm dünyaya yayılmasında en kritik unsurlardan biri.
Festivaller aynı zamanda, ekonomik bir çökmeyle yüz yüze gelen işçilerin deneyimlerini geliştirmelerinde de rol oynuyor. Ülke çapına yayılan Arjantin İşçi Filmleri Festivali’nin merkezini, işçilerin iktidarı için verilen savaşlar ve işçilerin sınıf mücadeleleri oluşturuyordu. İşçileri iflas etmiş fabrikalardan çıkarıp emekçilerin gündemlerine yönlendiren bu filmler tüm dünyaya yayıldı. Bu festival aynı zamanda işçilerin girdikleri komitelerde en iyi olduğunu düşündükleri film için oy kullanmalarını sağladı. İşçilerin filmleri seçmek için harcadıkları bu çaba, onları festival hazırlık sürecine dahil etti. Bu festivaller, Brezilya’da ve Bolivya’da yapılıyorken, bir sonrakinin Kosta Rica’da gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Güney Afrika da, Arjantin gibi IMF ve Dünya Bankasının vahşi ekonomik yaptırımlarına maruz kaldı. Naomi Klein’ın “The Take” (İşgal) filmi Cape Town’da İşçilerin Dünya Medyası ( WWM) ve COSATU tarafından desteklenen İşçi Filmleri Festivali’nde gösterildiğinde, Güney Afrika’daki SACKED GARMENT işçilerinin de Arjantinli işçilerin yaptığı gibi fabrikalarını işgal etmesi gerektiğiyle ilgili heyecanlı bir tartışma başladı.
Bu festivallerin bir diğer özelliği ise, işçi sınıfının müziğinin bu festivallerde kullanılması. Göçmen koroları, emekçi şarkıcılar ve müzisyenler de festivalin önemli unsurlarından. Arjantin’de Rus işçi sınıfından yönetmenin çektiği Potempkin’in gösterimi süresince, işçilerin kullandığı öğütücüler, zincirler ve diğer araçların yer aldığı özel bir gösteri düzenlendi.
Danimarkalı işçi müzisyenlerin temsilcileri geçen yıl San Fransisco’da düzenlenen işçi filmleri festivaline katılmaları ve geleneksel tekne gezintisinde müzik yapmaları için sendikaları tarafından desteklendi. Şu anda ise Danimarka’da festival için çalışıyorlar.
Festivallerin daha çok yayılmasında anahtar unsurlardan birisi de internetin işçi filmlerinin ve emek haberlerinin yayılımına olan katkısı. Yeni ve geliştirilmiş yazılımlar sayesinde farklı dillerden çeviri yapıp filmlere altyazı koyabiliyoruz. Bu da işçi filmlerinin küresel bir biçimde yayılımı kolaylaştırıyor. Youtube gibi siteler ise gün geçtikçe daha fazla emekçi tarafından mücadelelerinin internette yayınlanabilmesi için kullanılıyor. Kaliforniya Hayward’ta grev yapan öğretmenler, günlük grevlerini bile İngilizce ve İspanyolca’ya çevirip “Kızgın Yorgun Öğretmenler grubu” (AT&T) adlı müzik grubunun parçaları eşliğinde yayınlayabiliyorlar.
Emekçilerin mücadelelerini tüm dünyaya farklı dillerde gösterebilmeleri, uluslar arası eylemler ve işçi medyası oluşturabileceğimiz anlamına geliyor. İşçi videolarının, müziklerinin ve fotoğraflarının dünyanın her ülkesinden paylaşılabileceği uluslar arası bir işçi medya ağı (ILMN) oluşturulması planları yapılıyor.
İşçi filmleri festivalleri, işçilerin eğitimini, dayanışmasını ve hatta dünyanın diğer bölgelerindeki işçilerin eylemlerini geliştirmemize yardımcı olduğu çok açık.

Steve Zeltzer
Laborfest
San Fransisco
http://festival.sendika.org